Hasta Hikayeleri

SİNSİ BİR HASTALIĞIN HİKÂYESİ  
(M.Ebru CEYLAN)

Hastalık hikâyeme öncelikle kendimi tanıtarak başlamak istiyorum. Ben, 36 yaşında, evli, çocuklu ve tahsil sahibi bir bayanım. Şahsi hikâyemi, benim durumumda olabileceğini düşündüğüm insanları bilgilendirmek ve farkında olmalarını sağlamak adına yazma gereği duyuyorum. Umuyorum ki bu satırları okuyan birileri benim hikâyemde kendilerine ait birşeyler bulup, durumuyla ilgili daha sağlıklı tespitler yapabilir. Bu suretle benim düştüğüm hatalara düşmez, tedavi hususunda da gecikerek benim kadar çok zaman ve imkân kaybetmez. O değerli zamanlar ki çok daha verimli ve keyifli bir şekilde geçirilerek, hayata dair nitelikli kazanımlar elde etmek suretiyle değerlendirilebilirdi. Biraz uzun tutmuş olabilirim. Ama anlattıklarımda sadece, somut belirti vermediği için teşhisi zor ve bazen de çok gecikmeli olarak yapılabilen sinsi bir hastalığın doğasını değil, bununla beraber hasta kişinin duygulanımını, zaman içerisinde içine düştüğü çıkmazı ve bu durumun bazen de kendisiyle çelişen yanlarını anlamaya yardımcı olacak detayları bulacaksınız. 

Benim hastalık hikâyem 10 sene öncesinden başlıyor. Ben bu 10 seneye, iyi bir iş hayatını, bir evliliği, peş peşe dünyaya gelen 2 çocuğu, çalışarak kazanılan sosyal statü ve itibarı, bununla beraber kalkınıp gelişerek elde edilen maddi varlık ve imkânları sığdırdım kısaca. Fakat bunları yaparken, baş döndürücü bir hızla akan zaman içerisinde ne kadar çok koşturduğumu ve nasıl yorulduğumu anlatmayacağım burada. İlk olarak sağ kalçamda başlayan şiddetli bir ağrıyla tanıştım bu hastalıkla. O zamanlar adını dahi bilmediğim bu illetin, zaman içinde ne kadar gelişip ilerleyeceğini, beni fiziksel ve ruhsal olarak ne türlü açmazlara sürükleyeceğini hiç bilmiyordum. Özel bir sağlık merkezine başvurarak çok ayrıntılı muayene ve tetkikler yaptırdım. Sonuçta hiç bir şey bulunamadığı için teşhis te konulamadı ve öylece kaldı. Zaman içinde hayat koşturmacam hep artan bir ivmeyle devam etti. Dinlenecek vakit ve imkân bulmaksızın koşturup durdum. Sürekli hareket halindeyken yorulduğumu fazla hissetmiyordum. Ancak ara ara beni yoklamaya gelen ağrılar sebebiyle biraz yavaşlıyor, ağrılı dönemi atlatınca yine aynı yoğunlukta devam ediyordum hayatıma. 7-8 senem bu tempoyla geçti. Bu süre zarfında içimdeki sinsi illet de hiç boş durmamış ilerleyip yayılmıştı. Önce sağ kalçamda bıçak sokması şeklinde başlayan ağrı sonra mahiyet değiştirerek bütün bacağa yayılan sinsi ve sürekli bir ağrıya dönüştü. Sanki vücudumun içindeki gizli bir bıçak ağrıyan yerdeki kemiğimi –ben hep kemiklerimin ağrıdığını düşünürdüm- mütemadiyen oyup duruyordu. Hareketle beraber gelen ağrıları artık kanıksamakla beraber bu kahrolası ağrı çeşidine dayanamıyordum. Bir tuttu mu artık bitene kadar bir daha hiç durmayan, duraklamayan, akla zarar, sürekli bir ağrı. Yorgunluk ve koşturmaca sebebiyledir diye düşünerek, iş yerinden çeşitli bahanelerle alabildiğim birkaç günlük istirahatlerle ağrılı dönemi atlatıyor ama sonrasında epey bir bitkinlik hissediyordum. Bir zaman sonra ağrılar sol tarafıma da sıçradı. Bacaklarımda güçsüzlük hissediyordum ve artık eskisi kadar özgürce kullanamıyordum onları. Daha az yürüyebiliyor, daha çok dinlenme ihtiyacı duyuyordum. Buna rağmen illetin vücudumdaki ilerleyişine mâni olamadım. Şimdi belimin dolaylarında ve sırtımda yeni ağrı merkezleri oluşuyordu. Ara ara doktora gidip bakılıyor bir netice alamayınca da ümidimi kesip devam ediyordum hayatıma. En son, birkaç sene önce Konya’da ikamet eden doktor ağabeyimi ziyarete gittiğim bir dönemde, onun da yardımlarıyla genel bir sağlık taramasından daha geçtim. Vücudumda anormal sayılabilecek hiçbir türlü bulguya rastlanmadı. Tıbbi ve bilimsel yöntemlerle teşhis ve tespit edilebilen bir hastalığım olmadığı halde bu kadar ağrı çekişime bir türlü mana veremiyordum. Bu netice yakın çevremdekileri aynı malum düşünceye sevk etti. Şöyle ki, vücudumdaki ağrılar aslında bilinçaltımın bana oynadığı kötü bir oyunun, bedene ait yansımasından başka bir şey değildi. (Hem çok uzağa gitmeye de gerek yok. Bizzat yanı başımdaki -ailemdeki- ruhsal hastalık hikâyesi de bu düşünceyi destekler gibi, çözümsüz bir problem olarak, capcanlı durmaktaydı. Öyle ya okumuş yazmış, asgari bir kültür ve anlayış seviyesine sahip, bunca insanın fikir birliği de isabetsiz olamazdı. Onlar içinde bulunduğum durumu, kendi çaplarında yaptıkları derinlemesine psikiyatrik analizler çerçevesinde çözümleyip teşhis etmişti zaten.) Yani ben, aslında psikolojik sorunları sebebiyle ağrı çeken ve yazık ki kendi durumunu bile değerlendirebilme yetisine sahip olmayan bir psikiyatri hastası idim. Öyle olmadığımı biliyordum. (Sadece gözlerinin gördüğüyle hükme varan, ruh, düşünce ve anlayış ufku itibarıyla bana uzakta bulunan yakınlarımın hakkımdaki değerlendirmelerini sinir bozucu buluyordum. Çünkü ruhsal hastalığın doğasını çok yakından ve canlı bir biçimde öğrenmiştim, aradaki farkı ayırt edebilecek kadar zekâya da her durumda sahiptim.) Ama yine de açık kalplilikle itiraf edeyim ki, hakkımdaki zanların haklı bulduğum yanları da yok değildi. Genetik materyalimin paketlendiği birimlerdeki ruhsal hastalığa yatkınlık ihtimalini göz ardı edemezdim. Bir de kronik bedeni acının verdiği ruh yorgunluğuyla melankolikleşmiş, öfke ve hırs yükü haline gelmiş bir kişiliğin, dışarıdan görüntüsünün pek iç açıcı olmadığını ben de fark ettim. (Dengemin bozulduğu doğruydu. Zira bu kadar çok acı çekmeme izin verdiği ve işlerin bu kadar kötü gitmesine müdahale etmeyip sadece seyrettiği için yaratıcıma gönül koymak gibi hezeyanlarım bile oldu.) Ama yine de tüm bu insanların hesap edemedikleri bir şey vardı. O da şu ki hastalığın alevli dönemlerinde, çaresizlik içinde, bu kadar yoğun ağrı çeken, ona eşlik eden ıstıraplı uzun gecelerden, derin, kesiksiz ve dinlendirici olmaktan artık çok uzaklaşmış, bezdirici uykulardan çıktıktan sonra, yorgunluktan adeta uyuşup hissizleşmiş bir bedeni toparlamaya çalışarak, gündelik hayatın ritmini tekrar yakalamak cidden hiç kolay olmuyordu. (Ben durup soluklanmak isterken bile zaman beni hiç gözetmeksizin çok zalimane akıp gidiyordu. Bir de üstüne, derdini anlatamamanın, anlatmaya yeltenecek olsan dahi kimseye inandıramamanın sıkıntısı, sessiz sedasız, hiç lafını bile etmeden verdiğin onca emek ve değerden sonra şimdi tembel, miskin, kaprisli ve zayıf karakterli olmak gibi hoyrat ithamlara maruz kalmanın ızdırabı…) Kalkıp bir şeyler yapmak istiyordum ama artık bedenime hükmedemiyordum. Vücudum irademin tasarrufundan çıkmış gibiydi. O kadar yorgundum ki. Elim tutmuyor, ayağım gitmiyor, gücüm yetmiyordu. Yüzüm, gözüm hastalıklı bir bitkinlikle sararıp soluyordu. Öyle ki canımın vücudumdan çekildiğini hissediyordum adeta. Sonra özel bir polikliniğin psikiyatri kliniğine devam etmek suretiyle yeni bir arayışa yöneldim. Önce antihistaminik ilaçlarla başladım tedaviye. Daha ileri giderek antidepresanlara devam ettim bir süre. Fakat durumumda elle tutulur bir değişiklik oluşturmaması sebebiyle bıraktım ilaçları. Zira tedavi etsin diye önerilen bu ilaçların hiçbirisi bende işe yaramıyor, ruhumu ve bedenimi hissizleştirip uyuşturarak algımı kapatıyor, geçici ve cüzi bir rahatlık imkânı sağlıyordu. Yaşadığım deneyimleri tekrar gözden geçirerek sorunumun sanılanın aksine salt psikolojik bir durum olmadığına kanaat getirdim. Bir hadise vardı içimde ama ne olduğunu bir türlü çözemiyordum. Bedenen kaldıramadığım için işimi bırakma kararı aldım bu sıralarda. Zira artık ağrıların verdiği beden yorgunluğu ve beraberinde gelen moral ve motivasyon eksikliğiyle çalışmak mümkün olmuyordu. Çeşitli bahanelerle alınan kısa süreli istirahatlerle de işler yürümüyordu. Bir de üstüne gelen şiddetli uykusuzluk hali kronikleşerek bünyeme iyice yerleşiyordu. Müzmin uykusuzluk hali ağrılarımı tetikliyor, tetiklenen ağrılar da uykusuzluğu pekiştiriyordu. Öyle ki uykusuz geçirilmiş günlerce geceden sonra, artık yorgunluktan iflas ederek, adeta baygın bir şekilde geçirilmiş tek bir geceyi bile, vücudumu az da olsa dinlendirip rahatlattığı için, kazanç sayar olmuştum. Gece uyuyamıyor, gündüz dinlenemiyordum. Çalışacak takati tamamen tüketince de onca senelik emeği boşa çıkarıp, işi bırakmak zorunda kaldım. Zira ev hayatı, çocukların sorumlulukları ve iş, yardımsız bir şekilde bir arada gitmiyordu. Çalışan kadın için, çocuklarla beraber kariyeri yürütme ütopyası, ancak reklamlarda oluyordu. Artık kazancımı değerlendirebileceğim sağlam bir vücut ve morale sahip olmadığım için de para kazanmak ve üretken olmak hiçbir anlam ifade etmiyordu. Sonra eve kapandım ama ne yazık ki evde de işler pek yolunda gitmedi ve son bir buçuk senem yoğun ağrı ve stres çekmekle geçti. Ağrılı hayat artık bir yaşam tarzı olmuştu benim için. Hayatımın tek gerçeği, tek anlamı ağrı ve onun verdiği acıydı. Vücudum yorulmuş, güçsüzleşmiş, katılaşmıştı. Engelli bir insan gibi ağır, aksak hareket etmeye başlamıştım. Hareket esnasında bıçak gibi saplanan ağrıların tesirini hafifletmek için, mümkün olduğunca, hareketsiz kalmaya çalışıyordum. Ama yine de o kahrolası sürekli ağrıların eşliğinde gelen ağır ağrılı ataklardan kurtaramıyordum kendimi. Zorunlu durumların haricinde dışarı çıkamıyor, neredeyse bütün vaktimi evde geçiriyordum. Ev içindeki ufak fiziksel aktiviteler bile beni ölümüne yoruyor, üstünkörü yapıp geçiştiriyordum. Hele bir de bu halde iken bile çocuklarımla genel itibariyle yalnız uğraşma mecburiyeti vardı ya, işte o hepten takatimi kesip tüketiyordu beni. Günler ve geceler böyle sıkıntı içinde geçerken, içimdeki çaresizlik hissi de iyice derinleşiyordu. Gelecekle –hususen de çocuklarımın geleceği ile- ilgili kaygılarım adeta içimi kemiriyordu. İşimin bitmekte olduğunu düşünüp karanlık bir hüzne kapılıyordum. (Evet, üstünlük sahibi bir insan olmadığımı, kendilerine nice sıkıntılar isabet eden diğer insanlardan hiçbir farkım bulunmadığını biliyordum. Hayattan kendim için ayrıcalıklı ve özel bir muamele de beklemiyordum. Ama yine de hastalık hikâyemin aktığı mecradaki manzara korkutuyordu beni. Korkularımın kader olması ihtimalini de konduramıyordum kendime. Olmamalıydı böyle, ne olur olmasındı böyle). Tahminlerime göre vücudumdaki illetin yayılımı bu şekilde devam ederse birkaç aya kalmadan tamamen kaskatı kesilip taşlaşacaktım adeta. Hem ataklarda sıklaşıp ağırlaşmıştı. Hareket esnasındaki ağrılardan geçmiştim ama eskiden birkaç gün süren ağır ağrılı dönemler artık günlerce sürüyor, sonrasında ölümüne yorulmuş vücudu toparlamak, tekrar günleri alıyordu. Demek ki bundan sonraki hayatımı dayanılmaz ağrılar içinde, engelli bir insan gibi kısıtlı ve eve kapalı bir şekilde geçirecektim. Ne korkunç bir ihtimal! Oysa yapmam gereken daha birçok şey vardı. Hem sonra çocuklarım ne olacaktı? Bu durumda nasıl büyütecektim onları? (Yavrucaklarım henüz küçük olduklarından, annelerinin içinde bulunduğu durumu fark edip halinden anlayacak bir olgunlukta bile değildiler, sürekli ilgi ve hizmet bekliyordular. Nasıl anlatmalıydı bilmem ki. Babalarının yoğun mesaisi sebebiyle süregelen evden ve aileden kopuk yaşam tarzı, gündelik hayatın bütün yükünü bana devretmişti ve çocuklarımı da tamamıyla bana bağımlı ruhlar haline getirmişti. Nasıl avutacaktım onları.) Bu yetersizlik ve acziyet içinde onları arzu ettiğim gibi büyütüp yetiştirmek bir yana, gündelik ve temel ihtiyaçlarını karşılamak bile mümkün görünmüyordu artık bana. (Hareket etmeye direniyordu bedenim, sorumlulukların her türlüsünden azade tutulmaya can atan, artık hayata karışmak istemeyen ruhumun taşeronluğunu yapan bedenim. Canımdan aziz bildiğim değerle gösterdiğim itinadan bile vaz geçebilmeyi öğrendim). Bir zaman daha böyle geçip gitti. Vücudumdaki ağrılar dağıldı, yayıldı, neredeyse her tarafımı sardı. Noktasal ve belli merkezlerden çıkan ağrıların yanına değişik mahiyetteki bölgesel blok ağrılar da eklendi. Önceki ağrıların karakterini ezbere bildiğim için artık kanıksamıştım onları. (Çok can yakıcı olmakla beraber öldürmeyip süründürüyorlardı işte. Hiç peşimden ayrılmayan ve hep pusuda bekleyen sinsi bir düşman gibi, senelerce beraber yürümüştük onlarla.) Ama bu yeni gelen, farklı karakterdeki beklenmedik ağrılar, dehşete sevk etti beni. Uykudan uyanınca gövdemde hissettiğim blok ağrı tutukluğu (kendisine birkaç beden dar gelen metal bir korse giymişçesine) gövdemi sıkıştırıp bastırmaya başladı önce. (Bu durumda iken adeta ufalıp, küçülmek ve bana çok dar gelen bu metal korseye sığıp rahat bir nefes almak istiyordum.)Tutukluğun tesiri bütün güne yayılıyor, çözülmesi de neredeyse bütün bir günü alıyordu. (Gece olduğunda -uyku ile uyanıklık arası bir durumda, yatsan yatılmayan otursan oturulmayan bir halde- yorgunluktan sızıp kalmayla gelen delik deşik bir uykudan çıktıktan sonra ertesi gün yine aynısı). Üstüne bir de sağ kaburgamın dolaylarından başlayıp ensemden yukarı doğru yayılan ağrılar, başımı (kudretli bir elin avucu içinde) sıkıştırıp uyuşturuyordu adeta. Vücudumun hasta olması neyse de, başımın sıhhatine halel gelmesi ihtimali hazmedilebilir bir şey değildi. (Demek ki bacaklarımdan, gövdemden, sırtımdan sonra şimdi de başıma göz dikmişti bu sinsi illet. Nerede duracaktı peki, nasıl durdurulacaktı, beynimin kıvrımlarına kadar nüfuz ederek benliğimi de ele geçirme ihtimali var mıydı?) Bu yeni gelişmeler çaresizliğimi dipsiz bir kuyu gibi derinleştirdi. (İşimin bittiğini, tükendiğimi ve bundan sonraki hayatımı normal sınırlar dâhilinde geçirme şansını tamamen kaybettiğimi düşünerek kahrettim ve boyun eğdim). (Sandım ki benim bu dünyadaki sınanma sebebim de budur ve artık bu durumdan kurtuluşum da ancak bir mucize yaşamak suretiyle mümkün olur... Nispeten de öyle oldu zaten…) Sonra yine çok ağrılı bir atak döneminde, benimle aynı dertten muzdarip olan bir dostumla dertleşirken, aslında durumumun kronik bir “kas romatizması” vakası olabileceği ihtimalini öğrendim. (Meğerse onun da -buna eşlik eden başka sıkıntılarıyla beraber- kas romatizması hastalığı varmış. Fakat tam olarak tedavisi mümkün olmayan bir hastalık kabul edilen bu durumu için, çare aramak yoluna gitmemiş. Diğer sıkıntılarıyla ilgilenip, ihmal etmiş). Bu ihtimali aklımın bir köşesine kaydettim. (Sıkı bir internet kullanıcısı değildim aslında. Adına sosyal paylaşım denen paylaşım biçimine de her nedense hiç meyletmemiştim. Aradığım şeyi internette bulma fikri hiç düşünmediğim bir şeydi. Fakat nasıl olduysa o gün hastalık hakkında internette araştırma yapmak geldi aklıma). 

Aklımdaki ihtimale binaen internet üzerinden araştırma yaptığım bir gün, kas romatizması hastalığıyla ilgili aramalarımın birçoğunun, aynı Saygıdeğer Doktoru işaret ettiğini fark ettim. Kurumsal internet sitesine girerek incelemeye başladım. Doktor Bey’in anlattıklarını kendi durumuma çok yakın buldum. Düşünüp kararımı verdikten sonra ilk işim randevu alıp muayeneye gitmek oldu. Umutla karışık bir endişe hissediyordum içimde. Sıkıntımı nasıl anlatacağımı ve Doktor Bey’i kendime nasıl inandıracağımı bilemiyordum, neticede elimde durumumu kesin delillerle ortaya koyabilecek hiçbir türlü somut veri yoktu. Şiddetli ağrıların ve tarifsiz sıkıntıların yüküyle eziliyordum ama bunun ispatı yoktu. (Kendilerinin direkt içinde bulunmadıkları her türlü duruma kuşkulu bir mesafe ile yaklaşan refakatçılarımın istihza dolu, olumsuz telkinlerine rağmen bir şeylerin değişebileceğini ümit edip, yardım diledim içimden. Acizliğimi, çaresizliğimi, elimden hiçbir şeyin gelemeyişini şikâyet edip, yardım diledim derinden. 

Kliniğin kapısından girdiğimde, artık burası tedavi ile ilgili arayışımın son durağı olsun da bu kapıdan eli boş bir şekilde dönmeyeyim diye, bir yakarışta bulundum). Sıramız geldiğinde Doktor Bey’in yanına davet edildik. Daha önce kendisini internetten görüp birkaç videosunu izlediğim bu Saygıdeğer Beyefendi, bilge ve ağırbaşlı tavrıyla, yaptığı işe çok hâkim bir profesyonele benziyordu. Zaten yüzlercesinden defalarca kez duyup ezbere bildiği hastalık hikâyesini bu defa da benden dinledi. Fakat hiç şaşırmadı, anlattıklarıma inanmak konusunda da-sanırım- bir tereddüt yaşamadı. (Ben, sıkıntımın boyutunu hangi sözlerle nasıl anlatayım da inandırayım, düşüncesiyle kıvranırken Doktor Bey bana inandı. Yani sıkıntımın şiddetini değilse bile gerçekliği anladı. Oysa kibrini beyaz önlüğüyle beraber üstünde taşıyan başka doktorlara, beyhude yere meramımı anlatmaya çalışmışlığım da vardı.) Ve zaten sonradan anladım ki, buraya gelen yüzlercesi de ya bana benzer bir durumdaydı, ya da benden daha kötü durumda olanlardı. (Burası, içinde bulunduğum durumun hastalık diye kabul edildiği ve mağduriyetimin inandırıcı bulunarak hasta muamelesi görebildiğim tek yerdi.) Ardından Doktor Bey titizlikle, teferruatlı bir muayene etti beni ve teşhisini koyarak aslında bir kas romatizması hastası olduğumu söyledi. Konusunun uzmanı bir otorite tarafından konulan teşhis rahatlattı içimi. Çünkü artık çektiğim onca sıkıntının -en azından benim için- bir anlamı ve realitesi vardı. Yani tıbbi literatürdeki adı kas romatizması diye geçen, çok bilindik olmamakla beraber, somut bir hastalık çeşidi vardı ve ben de oydum. Aslında bunca sıkıntıyı daha güncel ve popüler olan başka bir hastalık sebebiyle çekmiş olmayı yeğlerdim. Hiç değilse elimde halimi, derdimi ifade edebilecek somut bir delilim olurdu. (Başka bir hastalığım olsaydı, bedenimin yükünü ruhumun ağırlığıyla beraber taşımam gerektiği zamanlarda, biraz daha anlayış ve yardım görebilmek mümkün olabilir miydi acaba?) Yine de ferahladı yüreğim. Şimdiye kadar ne olduğumu bilmesem de artık ne olmadığımı bildiğime sevindim. Doktor Bey teşhisini koyduktan sonra, 6 seanslık özel bir tedavi –kuru iğne tedavisi- yöntemi önerdi. Harikulade ve masum bir tedavi yöntemi! İlaç yoktu, ilaç enjeksiyonu yoktu, yan etkisi desen, hiç yoktu. Büyük bir şaşkınlık ve tereddüt yaşamakla beraber, öneriyi derhal kabul ettim. Çünkü her nedense karşımdaki hekimde, şimdiye kadar karşılaştığım diğerlerinden çok daha ayrıcalıklı ve özel bulduğum (o an için tam olarak anlamlandıramadığım ama daha sonraları adını koyacağım), farklı bir hususiyet hissetmiştim. Hem sonra başka şansım olmadığı gibi, kaybedecek birşeyim de yoktu. Klinikteki hasta sirkülasyonu o kadar fazlaydı ki ancak 2 hafta kadar sonra başlayabildim tedaviye. Daha ilk seans sonunda çok ağrılı bölgelerde bariz bir rahatlama hissettim. Bunu, hastalığın şiddetli ağrılı, atak dönemini atlatıp durgun dönemine girdiğim için mi böyle hissettim, bilemedim. Sonra ikinci ve üçüncü seansları geçirdim. (Bu arada Hekim Bey’de hissettiğim şeyin adını koymakta da gecikmedim.) 

Her seanstan sonra yaşadığım rahatlık ve ferahlık beni hayrete düşürüyor, hem çok olağanüstü hem de biraz ürkütücü geliyordu. Önceleri inanamadım bu duruma, geçici bir iyilik hali olabilir ve sonrasında yine hayal kırıklığı yaşayabilirim düşüncesiyle, temkinli olmaya, fazla ümide kapılmamaya çalıştım. Zira bu kadar kısa süreli ve etkili bir iyileşme hali, hayal gücümün sınırlarını bile zorlayacak kadar mucizeye eşdeğer bir durumdu. (Neye uğradığımı şaşırdım aslında, tarifsiz bir sevinç yaşadım. Öyle mutlandım, öyle umutlandım ki şimdiye kadar dünyada sadece bir yer işgal ediyormuşum da asıl şimdi –hayat mucizesinin tadını vararak- yaşamaya başlamışım gibi bir hisse kapıldım). Nasıl bir şeydi bu? Beni hücrelerime kadar sarsan, hayatımın bir dönemini alt üst eden, bunca sene kafamı meşgul edip gündemimden hiç düşmeyen kronik bir hastalıktan ve buna bağlı tesirlerden kurtulmak bu kadar kolay mıydı şimdi? Klasik tıbbi yöntemlerden fayda sağlayamayacak kadar ileri bir duruma geldiğimi hissettiğim bu evrede bile tedaviden böyle mucizevi bir netice almak mümkün müydü yani? Nasıl olurdu bu? Neydi bu tedaviyi bu kadar etkili kılan? Tedavi yönteminin eşsizliği mi yoksa tedavi edenin azizliği mi? Basiretsizliğim ve gecikmişliğim için derin bir üzüntü duydum. Hayatımdaki en büyük zenginliklerden birini, üretme kabiliyetimi yani işimi kaybetmeden önce bu tedaviyle tanışmış olmayı isterdim. O zamanın şartlarına göre değerlendirildiğinde yaptığım şey çok makul görünmekle beraber, salim bir kafayla düşününce gücümü, takatimi erken bir zamanda kesip beni işi bırakma noktasına getiren asıl etkenin bu illet olduğunu, hayatımdaki kötü gidişatın sebeplerinin de bu illetin alametleri olduğunu fark ettim. Hayatımın hiç değilse bile en az son birkaç senesini yöneten bu hastalığın rehavetiyle geçirilmiş sıkıntılı zamanlardaki hassas duygulanımların sebeplerini de daha net görebildim. Şimdiki iyilik halim o zaman olsaydı, onca senelik çalışma hayatından vaz geçmek gerekmeyebilirdi, dedim. Pişmanlık duydum çünkü açık bir düğmeyi tekrar iliklemek gibi yeniden ve kolayca başlanmazdı bir şeylere. Hayatıma yeni bir yön verip bunu uygulamaya koymak en az birkaç senemi daha alırdı. Ama yine de esaretimden kurtulmuş olarak yola devam etme şansı yüreğimi ferahlattı. (Hastalık o kadar çok canımı yakmıştı ve o kadar çok şeyi kaçırmıştım ki artık hiçbir ihtimal ve ayrıntıyı atlamayacaktım. Evet, bu defa işimi sağlama alacaktım. 

Şimdiye kadarki sürecinden bihaber yaşadığım sinsi hastalığın bundan sonraki sürecine fazlasıyla hâkim olmaya kararlıydım. Madem sıkıntımın sebebini ve tedavi yöntemini öğrenmiştim, o halde tedaviden maksimum verim alabilmek için her türlü ihtimali düşünerek hastalığın seyrini kontrol edecektim. Tedavi ile beraber yakaladığım iyilik hâli, karanlığına mahkûm olduğum upuzun simsiyah bir geceden çıktıktan sonra güneşi görmek gibi bir şeydi.Tedavi ilerledikçe daha da çok umutlandım. Kliniğe hevesle gidip gelmeye başladım. Eksilen her seansın, kronik esaretimle aramı daha da çok açtığına inandım. Batan iğnelerin acısına hiç aldırmadım. Her seanstan sonra vücudumdan çıkardığım yuvarlak küçük bantları biriktirip sakladım. Tedavi ile ilgili her detayı not aldım. İnce ve titiz hesaplar, mantıksal çıkarımlar yaptım. En sonunda hastalıkla beraber eskiyen her bir sene için bir seansın yeterli olabileceğine dair bir yargıya vardım. Yani takriben 2 ay sonra illetimden ilelebet kurtulup özgür kalacaktım. Gücümü kuvvetimi toparladıkça, kendimi eskisi gibi âciz hissetmemeye başladım. Kaybettiğim zamanın acısını çıkarmaya kararlıydım. Gezdim, dolaştım, oyalandım. Alışveriş yapıp kendimi şımarttım. İkili ilişkilerimi masaya yatırdım. Düşünüp kararlar aldım. Kafam karıştı bazen haddimi aştım, yeri geldiğinde de küstahlaştım. Beni hâlden hâle dönüştüren, içimdeki geceyi aydınlık bir sabaha çeviren, acizlikten çıkarıp esenliğe eriştiren, yükümü hafifletip içimi genişleten, zorluktan sonra kolaylık veren Yaratıcıma minnet duygularıyla yönelip iltica edeceğime, ahmakça bir emniyet hissine kapıldım. Ve yaptığım titiz hesaplar tutmadı. Çünkü bütün hesapların üstünde başka bir hesap daha vardı. Son tahlilde anladım ki kendi irademle yapabileceğim her türlü kontrol ve hesaba rağmen asla etkileyemeyecektim bu hastalığın gidişini ve İlahi İradenin hakkımdaki hükmünün tecellisini. Sonra işin matematiğini tutmak, boş ve faydasız işlerle oyalanıp avunmaya çalışmak yerine, yaşadığım olaylardaki hikmetin idrakine varıp samimiyetle dua etmenin daha anlamlı bir davranış olacağı sonucuna vardım). Diyeceksiniz ki tedavi süresince hiç mi olumsuz bir şey yaşamadın? Evet, yaşadım. Kronik esaretimden temelli kurtulmak sandığım kadar kolay değildi. İlletim beni bırakmak istemedi, direndi, mukavemet gösterdi. İleriki seanslardan sonra çok ağrılı bölgelerimin haricindeki birçok yerimde daha ağrı hissettim. Daha bir açıldı, dağıldı, yayıldı sandım hastalığım. Her olumsuz sürpriz gelişmeyle beraber gelen durum ve duygu değişikliğinin zihnimde oluşturduğu karmaşa sebebiyle, bazen endişeye kapıldım. Moralim sarsıldı bazen, rüya bitti işte döndün yine eski haline, dedim içimden. (Tedavi ile yakaladığım iyilik hâlini kaybetme düşüncesi zaman zaman korkudan titretti yüreğimi. Kalbim korku ve ümit arasında sürekli gidip geldi). Fakat işin aslı korktuğum gibi değildi. Çünkü bu ağrılar ve daha fazlası zaten bende var olduğu halde hastalığın gün yüzüne çıkmayan karanlık tarafıydı. Evet, içimdeki şey, tam olarak anlayamasam da hissedebiliyordum ki, benim bilebildiğimden daha fazlaydı. Henüz tedavi edilebilecek duruma gelmeyen başka yerler de vardı. Belki sonrası da olacaktı. Onların ortaya çıkması da zamana bağlıydı. Fakat yaşam tarzı haline gelen şiddetli ağrılar ve ataklar artık kalmadı. Şimdi bu haliyle bile huzurlu ve mutlu bir hayat yaşamama engel teşkil edecek kadar sıkıntı verici değildi. Ve zaten maharetli eller zamanı geldiğinde onları da bulup tedavi edecekti. Hastalık hikâyemin benim zannettiğimden ve fark ettiğimden daha eski olabileceğini düşündürecek detayları da hatırladım sonradan. Evvelce normal ve insani sınırların icabı olarak gördüğüm durumların da anormalliğini de fark ettim bu sebepten. Bir de-bana göre asla olumsuzluk sayılamayacak başka bir gelişme olarak- tedavi sürecinde hallice bir kilo kaybı da yaşadım. Kilomun % 8 ine tekabül eden bir kısmını da üstümden attım. Bu kilo kaybı bilinçli ve iradi bir şekilde olmayıp kendiliğinden gitmek, dökülmek gibi bir şey oldu. Buna mantıklı ya da mantıksız herhangi bir izah bulamadım. Beslenme alışkanlığımda hiçbir türlü değişiklik yapmamama rağmen meydana gelen bu durumdan, ayrıca memnun kaldım ve tedavimin sürpriz getirilerinden biri olarak saydım. 

Vücudumdaki ağrılar çekildikçe rahatlayıp ferahlamaya başladım. Önce uykularım kurtuldu esaretten. Derin, dinlendirici ve diriltici uykularla tanıştım yeniden. Uyurken bilincimin de kapandığını ve benimle beraber uykuya daldığını hissettim. Uyumak aslında hayata kapanmaktı, gündelik yaşamın yükünden kurtulup başka bir âleme dalmaktı. (Yatarken bıraktığın yükü tekrar kuşanacak gücü ve iradeyi kazanmak için bir süreliğine uzak olmaktı hayata. O dinginlikle uyandığında yeniden aydınlık gözlerle bakabilmekti gelen sabaha.) Gece uyandığımda büzüşüp uyuşmuş bir şekilde bulmadım kendimi, ağrı hissetmedim. Hareket edip kendimi dinledim ama yine ağrı hissetmedim. İçim sevinçle doldu, rüyadayım sandım, bir kez daha mucizelere inandım. Sonra hiç zorlanmadan tekrar uykuya daldım. Korku dolu kâbuslar görmedim bu defa. (İçlerinden ırmaklar akan, kudretli ulu dağların koynundaki, uçsuz bucaksız ovaların ve göz alabildiğine yeşillikli ormanların bulunduğu, güzel diyarlarda dolaştım rüyamda.) Dinlenmiş ve ağrısız bir vücutla uyandım yeni sabaha. (Nasıl derin bir inşirah duyduğumu anlatamam burada). Kollarımı, bacaklarımı uzatıp gerindim doya doya. Gerinmek dünyanın en doğal, en basit ve en güzel egzersiziydi galiba. Kalktım sonra, sırtımdaki bacaklarımdaki onca yükün ağırlığını hissetmeden. Yürürken yerden kurtulacağımı zannettim bir ara. Camdan dışarı baktığımda gökyüzü daha parlak ve aydınlık geldi bana. Hayata dair tüm renkler artık daha belirgindi. (Zaman açılıp genişledi sanki ümitle yaşanan bir anın sevinci bütün bir ömre yetecek kadar uzun geldi. Aynada hep yorgun görmeye alışık olduğum o cansız siluet şimdi hayatiyet kazanmış gibiydi. Zihnimle beraber görüşümün de açıldığını hissettim uzunca bir zaman sonra). Aslında sizin için olabildiğine sıradan sayılabilecek bu eylemlerle benim aramın ne kadar uzun zamandır açık olduğunu ve onlara duyduğum özlemin boyutunu hayal bile edemezsiniz. Ağrılar çekildikçe hareket kabiliyeti kazanmaya başladım yeniden. Bedenime hükmedip özgürce kullanabiliyordum artık uzuvlarımı. Hareket serbestisi ve çabukluk kazanmak günlük hayatı idame ettirmeyi hayli kolaylaştırdı tabii. Şiddetli halsizlik, uyuşukluk, aşırı sinir ve stres durumları da geçti gitti. O hep gerisinde kaldığımı hissettiğim zaman, artık normal seyrinde akmaya başladı ve gündelik hayattan geriye bolca zaman kaldı. Kısacası bu tedavi benim sadece hayatımı kurtarmakla kalmayıp, geleceğe dair korkularımdan arınıp hayata tekrar ümitle bakmamı da sağladı. (Hekim beyle yaptığım son görüşmeden sonra hastalıkla ilgili taşıdığım tüm korku senaryolarından ve çekincelerden tamamıyla kurtulduğumu hissettim. İçimde çok derin bir huzur duyuyorum ki, bu huzuru en son ne zaman duyduğumu hatırlayamıyorum. Beni hücrelerime kadar sarsan, tedaviden öncesini lanet olarak gördüğüm bu hastalığın bundan sonraki sürecini, var oluşumdan gelen acziyetimi bana gösterip anlatan hikmetli bir eğitim, kendi içinde gerçeklik taşıyan bir yaşam biçimi, şeklinde düşünerek geçireceğim. Tahammül gücümün sonuna geldiğimi hissettiğim bir eşiğe dayandığımda -ki bu eşiğe dayanan insanlar farklı şeyler düşünüp hissedebilecek kadar uçlara gidebiliyorlar- karşıma çıkan bu tedavi imkânını Yaradan’ın katına ulaşıp tarafından kabul olunan makbul bir duanın tezahürü sayıyorum. Nice zamandır terk ettiğim dini pratikleri de artık çok rahat yapabiliyor olmanın huzurunu yaşıyorum. Tedavi daha ne kadar sürer, hastalık vücudumdan ne zaman tam olarak çekilir ya da tam olarak çekilir mi bilemiyorum, zaten artık bunu fazla önemsemiyorum. Ama içimdeki korkusunu bitirdiğim bu hastalıkla ilişkili her durumda, bana yardım edebileceğine dair sarsılmaz bir inanç beslediğim bir hekimin var olduğunu artık biliyorum. Sağlığımın teminatı olarak gördüğüm Hekim Bey’in varlığının sıhhat ve emniyeti için duacı olacağım). Benim hastalık hikâyem (kurgusu itibariyle gerçek hayatta yaşanılan durumu birebir tasvir eden ama ne yazık ki yaşarken bile kimsenin dikkatine değmeyen, kısaltılarak paylaşıma müsait hale getirilen) burada bitiyor. 

Şimdi tedavide emeği geçen insanlara teşekkür faslına geldi sıra.Tedavi süresince klinikte gördüğüm muameleden çok hoşnut kaldım. Kliniğe her gidişimde beni güler yüz ve nezaketle karşılayıp, candan, samimi bir alaka ile ağırlayan, seanslarımda eşlik edip yardımda bulunan ve kendileriyle her muhatap oluşumda içimi rahatlatıp ferahlatan hatırnaz ablalarım Melda ve Zekiye Hanımlara gönülden teşekkür ederim. 

Son olarak, oldukça uzun, çok teferruatlı ve belki biraz da sıkıcı sayılabilecek bu hikâyenin mutlu sonlanmasına ve hayatımın sıkıntıyla geçirilmiş bir döneminin kapanmasına vesile olan, hastalık sebebiyle tanımış bulunduğum, mucizevi bir dokunuşla vücudumdaki düğümleri çözüp ağrılarımı dindiren, kronik esaretimden beni kurtarıp hayatımı değiştiren ve misyonunun yüceliğine rağmen bu kadar tevazu içinde bulunabilen, yüksek şahsiyet sahibi, müstesna hekime minnet duygularımı sunarak bitiriyorum. Değerli hocam Serdar Bey, -şahsınız için sıradan bir hekimlik başarısı olsa da-ben, top yekûn hayatımı değiştiren bir mucizeyi borçluyum size. Hayatla ilgili yeni bir şans borçluyum. Artık bundan sonrasını daha mutlu ve sağlıklı geçirmeye yetecek gücü ve iradeyi kazanmış olarak, yeniden başlama ve bunun kıymetini bilerek yola devam etme şansını borçluyum. Yüzüme ve gözlerime tekrar yerleşen yaşam sevincini ve ışığını borçluyum. Dahası burada sayamayacağım birçok nimeti yeniden kazanmanın mutluluğunu ve coşkusunu borçluyum. Sıradan bir hekimden çok daha öteydiniz. Bedenime şifa, ruhuma huzur ve sükûnet, gözlerime de aydınlık verdiniz. İncelik ve şefkat gösterdiniz ki bunlar gerçek bir hekimin vasıflarıdır. Benim için yaptığınız iyiliğin önemini ve büyüklüğünü ifade edecek kelimeleri bulmakta güçlük çekiyorum. Size hayat boyu minnettar ve duacı olacağım. Sonsuz teşekkürler… 

M. Ebru CEYLAN
M Ebru Ceylan
05/05/2019
SİNSİ BİR HASTALIĞIN HİKÂYESİ  (M.Ebru CEYLAN) Hastalık hikâyeme öncelikle kendimi tanıtarak başlamak istiyorum. Ben, 36 yaşında, evli, çocuklu ve tahsil sahibi bir bayanım. Şahsi hikâyemi, benim durumumda olabileceğini düşündüğüm insanları bilgilendirmek ve farkında olmalarını sağlamak adına yazma gereği duyuyorum. Umuyorum ki bu satırları okuyan birileri benim hikâyemde kendilerine ait birşeyler bulup, durumuyla ilgili daha sağlıklı tespitler yapabilir. Bu suretle benim düştüğüm hatalara düşmez, tedavi hususunda da gecikerek benim kadar çok zaman ve imkân kaybetmez. O değerli zamanlar ki çok daha verimli ve keyifli bir şekilde geçirilerek, hayata dair nitelikli kazanımlar elde etmek suretiyle değerlendirilebilirdi. Biraz uzun tutmuş olabilirim. Ama anlattıklarımda sadece, somut belirti vermediği için teşhisi zor ve bazen de çok gecikmeli olarak yapılabilen sinsi bir hastalığın doğasını değil, bununla beraber hasta kişinin duygulanımını, zaman içerisinde içine düştüğü çıkmazı ve bu durumun bazen de kendisiyle çelişen yanlarını anlamaya yardımcı olacak detayları bulacaksınız. Benim hastalık hikâyem 10 sene öncesinden başlıyor. Ben bu 10 seneye, iyi bir iş hayatını, bir evliliği, peş peşe dünyaya gelen 2 çocuğu, çalışarak kazanılan sosyal statü ve itibarı, bununla beraber kalkınıp gelişerek elde edilen maddi varlık ve imkânları sığdırdım kısaca. Fakat bunları yaparken, baş döndürücü bir hızla akan zaman içerisinde ne kadar çok koşturduğumu ve nasıl yorulduğumu anlatmayacağım burada. İlk olarak sağ kalçamda başlayan şiddetli bir ağrıyla tanıştım bu hastalıkla. O zamanlar adını dahi bilmediğim bu illetin, zaman içinde ne kadar gelişip ilerleyeceğini, beni fiziksel ve ruhsal olarak ne türlü açmazlara sürükleyeceğini hiç bilmiyordum. Özel bir sağlık merkezine başvurarak çok ayrıntılı muayene ve tetkikler yaptırdım. Sonuçta hiç bir şey bulunamadığı için teşhis te konulamadı ve öylece kaldı. Zaman içinde hayat koşturmacam hep artan bir ivmeyle devam etti. Dinlenecek vakit ve imkân bulmaksızın koşturup durdum. Sürekli hareket halindeyken yorulduğumu fazla hissetmiyordum. Ancak ara ara beni yoklamaya gelen ağrılar sebebiyle biraz yavaşlıyor, ağrılı dönemi atlatınca yine aynı yoğunlukta devam ediyordum hayatıma. 7-8 senem bu tempoyla geçti. Bu süre zarfında içimdeki sinsi illet de hiç boş durmamış ilerleyip yayılmıştı. Önce sağ kalçamda bıçak sokması şeklinde başlayan ağrı sonra mahiyet değiştirerek bütün bacağa yayılan sinsi ve sürekli bir ağrıya dönüştü. Sanki vücudumun içindeki gizli bir bıçak ağrıyan yerdeki kemiğimi –ben hep kemiklerimin ağrıdığını düşünürdüm- mütemadiyen oyup duruyordu. Hareketle beraber gelen ağrıları artık kanıksamakla beraber bu kahrolası ağrı çeşidine dayanamıyordum. Bir tuttu mu artık bitene kadar bir daha hiç durmayan, duraklamayan, akla zarar, sürekli bir ağrı. Yorgunluk ve koşturmaca sebebiyledir diye düşünerek, iş yerinden çeşitli bahanelerle alabildiğim birkaç günlük istirahatlerle ağrılı dönemi atlatıyor ama sonrasında epey bir bitkinlik hissediyordum. Bir zaman sonra ağrılar sol tarafıma da sıçradı. Bacaklarımda güçsüzlük hissediyordum ve artık eskisi kadar özgürce kullanamıyordum onları. Daha az yürüyebiliyor, daha çok dinlenme ihtiyacı duyuyordum. Buna rağmen illetin vücudumdaki ilerleyişine mâni olamadım. Şimdi belimin dolaylarında ve sırtımda yeni ağrı merkezleri oluşuyordu. Ara ara doktora gidip bakılıyor bir netice alamayınca da ümidimi kesip devam ediyordum hayatıma. En son, birkaç sene önce Konya’da ikamet eden doktor ağabeyimi ziyarete gittiğim bir dönemde, onun da yardımlarıyla genel bir sağlık taramasından daha geçtim. Vücudumda anormal sayılabilecek hiçbir türlü bulguya rastlanmadı. Tıbbi ve bilimsel yöntemlerle teşhis ve tespit edilebilen bir hastalığım olmadığı halde bu kadar ağrı çekişime bir türlü mana veremiyordum. Bu netice yakın çevremdekileri aynı malum düşünceye sevk etti. Şöyle ki, vücudumdaki ağrılar aslında bilinçaltımın bana oynadığı kötü bir oyunun, bedene ait yansımasından başka bir şey değildi. (Hem çok uzağa gitmeye de gerek yok. Bizzat yanı başımdaki -ailemdeki- ruhsal hastalık hikâyesi de bu düşünceyi destekler gibi, çözümsüz bir problem olarak, capcanlı durmaktaydı. Öyle ya okumuş yazmış, asgari bir kültür ve anlayış seviyesine sahip, bunca insanın fikir birliği de isabetsiz olamazdı. Onlar içinde bulunduğum durumu, kendi çaplarında yaptıkları derinlemesine psikiyatrik analizler çerçevesinde çözümleyip teşhis etmişti zaten.) Yani ben, aslında psikolojik sorunları sebebiyle ağrı çeken ve yazık ki kendi durumunu bile değerlendirebilme yetisine sahip olmayan bir psikiyatri hastası idim. Öyle olmadığımı biliyordum. (Sadece gözlerinin gördüğüyle hükme varan, ruh, düşünce ve anlayış ufku itibarıyla bana uzakta bulunan yakınlarımın hakkımdaki değerlendirmelerini sinir bozucu buluyordum. Çünkü ruhsal hastalığın doğasını çok yakından ve canlı bir biçimde öğrenmiştim, aradaki farkı ayırt edebilecek kadar zekâya da her durumda sahiptim.) Ama yine de açık kalplilikle itiraf edeyim ki, hakkımdaki zanların haklı bulduğum yanları da yok değildi. Genetik materyalimin paketlendiği birimlerdeki ruhsal hastalığa yatkınlık ihtimalini göz ardı edemezdim. Bir de kronik bedeni acının verdiği ruh yorgunluğuyla melankolikleşmiş, öfke ve hırs yükü haline gelmiş bir kişiliğin, dışarıdan görüntüsünün pek iç açıcı olmadığını ben de fark ettim. (Dengemin bozulduğu doğruydu. Zira bu kadar çok acı çekmeme izin verdiği ve işlerin bu kadar kötü gitmesine müdahale etmeyip sadece seyrettiği için yaratıcıma gönül koymak gibi hezeyanlarım bile oldu.) Ama yine de tüm bu insanların hesap edemedikleri bir şey vardı. O da şu ki hastalığın alevli dönemlerinde, çaresizlik içinde, bu kadar yoğun ağrı çeken, ona eşlik eden ıstıraplı uzun gecelerden, derin, kesiksiz ve dinlendirici olmaktan artık çok uzaklaşmış, bezdirici uykulardan çıktıktan sonra, yorgunluktan adeta uyuşup hissizleşmiş bir bedeni toparlamaya çalışarak, gündelik hayatın ritmini tekrar yakalamak cidden hiç kolay olmuyordu. (Ben durup soluklanmak isterken bile zaman beni hiç gözetmeksizin çok zalimane akıp gidiyordu. Bir de üstüne, derdini anlatamamanın, anlatmaya yeltenecek olsan dahi kimseye inandıramamanın sıkıntısı, sessiz sedasız, hiç lafını bile etmeden verdiğin onca emek ve değerden sonra şimdi tembel, miskin, kaprisli ve zayıf karakterli olmak gibi hoyrat ithamlara maruz kalmanın ızdırabı…) Kalkıp bir şeyler yapmak istiyordum ama artık bedenime hükmedemiyordum. Vücudum irademin tasarrufundan çıkmış gibiydi. O kadar yorgundum ki. Elim tutmuyor, ayağım gitmiyor, gücüm yetmiyordu. Yüzüm, gözüm hastalıklı bir bitkinlikle sararıp soluyordu. Öyle ki canımın vücudumdan çekildiğini hissediyordum adeta. Sonra özel bir polikliniğin psikiyatri kliniğine devam etmek suretiyle yeni bir arayışa yöneldim. Önce antihistaminik ilaçlarla başladım tedaviye. Daha ileri giderek antidepresanlara devam ettim bir süre. Fakat durumumda elle tutulur bir değişiklik oluşturmaması sebebiyle bıraktım ilaçları. Zira tedavi etsin diye önerilen bu ilaçların hiçbirisi bende işe yaramıyor, ruhumu ve bedenimi hissizleştirip uyuşturarak algımı kapatıyor, geçici ve cüzi bir rahatlık imkânı sağlıyordu. Yaşadığım deneyimleri tekrar gözden geçirerek sorunumun sanılanın aksine salt psikolojik bir durum olmadığına kanaat getirdim. Bir hadise vardı içimde ama ne olduğunu bir türlü çözemiyordum. Bedenen kaldıramadığım için işimi bırakma kararı aldım bu sıralarda. Zira artık ağrıların verdiği beden yorgunluğu ve beraberinde gelen moral ve motivasyon eksikliğiyle çalışmak mümkün olmuyordu. Çeşitli bahanelerle alınan kısa süreli istirahatlerle de işler yürümüyordu. Bir de üstüne gelen şiddetli uykusuzluk hali kronikleşerek bünyeme iyice yerleşiyordu. Müzmin uykusuzluk hali ağrılarımı tetikliyor, tetiklenen ağrılar da uykusuzluğu pekiştiriyordu. Öyle ki uykusuz geçirilmiş günlerce geceden sonra, artık yorgunluktan iflas ederek, adeta baygın bir şekilde geçirilmiş tek bir geceyi bile, vücudumu az da olsa dinlendirip rahatlattığı için, kazanç sayar olmuştum. Gece uyuyamıyor, gündüz dinlenemiyordum. Çalışacak takati tamamen tüketince de onca senelik emeği boşa çıkarıp, işi bırakmak zorunda kaldım. Zira ev hayatı, çocukların sorumlulukları ve iş, yardımsız bir şekilde bir arada gitmiyordu. Çalışan kadın için, çocuklarla beraber kariyeri yürütme ütopyası, ancak reklamlarda oluyordu. Artık kazancımı değerlendirebileceğim sağlam bir vücut ve morale sahip olmadığım için de para kazanmak ve üretken olmak hiçbir anlam ifade etmiyordu. Sonra eve kapandım ama ne yazık ki evde de işler pek yolunda gitmedi ve son bir buçuk senem yoğun ağrı ve stres çekmekle geçti. Ağrılı hayat artık bir yaşam tarzı olmuştu benim için. Hayatımın tek gerçeği, tek anlamı ağrı ve onun verdiği acıydı. Vücudum yorulmuş, güçsüzleşmiş, katılaşmıştı. Engelli bir insan gibi ağır, aksak hareket etmeye başlamıştım. Hareket esnasında bıçak gibi saplanan ağrıların tesirini hafifletmek için, mümkün olduğunca, hareketsiz kalmaya çalışıyordum. Ama yine de o kahrolası sürekli ağrıların eşliğinde gelen ağır ağrılı ataklardan kurtaramıyordum kendimi. Zorunlu durumların haricinde dışarı çıkamıyor, neredeyse bütün vaktimi evde geçiriyordum. Ev içindeki ufak fiziksel aktiviteler bile beni ölümüne yoruyor, üstünkörü yapıp geçiştiriyordum. Hele bir de bu halde iken bile çocuklarımla genel itibariyle yalnız uğraşma mecburiyeti vardı ya, işte o hepten takatimi kesip tüketiyordu beni. Günler ve geceler böyle sıkıntı içinde geçerken, içimdeki çaresizlik hissi de iyice derinleşiyordu. Gelecekle –hususen de çocuklarımın geleceği ile- ilgili kaygılarım adeta içimi kemiriyordu. İşimin bitmekte olduğunu düşünüp karanlık bir hüzne kapılıyordum. (Evet, üstünlük sahibi bir insan olmadığımı, kendilerine nice sıkıntılar isabet eden diğer insanlardan hiçbir farkım bulunmadığını biliyordum. Hayattan kendim için ayrıcalıklı ve özel bir muamele de beklemiyordum. Ama yine de hastalık hikâyemin aktığı mecradaki manzara korkutuyordu beni. Korkularımın kader olması ihtimalini de konduramıyordum kendime. Olmamalıydı böyle, ne olur olmasındı böyle). Tahminlerime göre vücudumdaki illetin yayılımı bu şekilde devam ederse birkaç aya kalmadan tamamen kaskatı kesilip taşlaşacaktım adeta. Hem ataklarda sıklaşıp ağırlaşmıştı. Hareket esnasındaki ağrılardan geçmiştim ama eskiden birkaç gün süren ağır ağrılı dönemler artık günlerce sürüyor, sonrasında ölümüne yorulmuş vücudu toparlamak, tekrar günleri alıyordu. Demek ki bundan sonraki hayatımı dayanılmaz ağrılar içinde, engelli bir insan gibi kısıtlı ve eve kapalı bir şekilde geçirecektim. Ne korkunç bir ihtimal! Oysa yapmam gereken daha birçok şey vardı. Hem sonra çocuklarım ne olacaktı? Bu durumda nasıl büyütecektim onları? (Yavrucaklarım henüz küçük olduklarından, annelerinin içinde bulunduğu durumu fark edip halinden anlayacak bir olgunlukta bile değildiler, sürekli ilgi ve hizmet bekliyordular. Nasıl anlatmalıydı bilmem ki. Babalarının yoğun mesaisi sebebiyle süregelen evden ve aileden kopuk yaşam tarzı, gündelik hayatın bütün yükünü bana devretmişti ve çocuklarımı da tamamıyla bana bağımlı ruhlar haline getirmişti. Nasıl avutacaktım onları.) Bu yetersizlik ve acziyet içinde onları arzu ettiğim gibi büyütüp yetiştirmek bir yana, gündelik ve temel ihtiyaçlarını karşılamak bile mümkün görünmüyordu artık bana. (Hareket etmeye direniyordu bedenim, sorumlulukların her türlüsünden azade tutulmaya can atan, artık hayata karışmak istemeyen ruhumun taşeronluğunu yapan bedenim. Canımdan aziz bildiğim değerle gösterdiğim itinadan bile vaz geçebilmeyi öğrendim). Bir zaman daha böyle geçip gitti. Vücudumdaki ağrılar dağıldı, yayıldı, neredeyse her tarafımı sardı. Noktasal ve belli merkezlerden çıkan ağrıların yanına değişik mahiyetteki bölgesel blok ağrılar da eklendi. Önceki ağrıların karakterini ezbere bildiğim için artık kanıksamıştım onları. (Çok can yakıcı olmakla beraber öldürmeyip süründürüyorlardı işte. Hiç peşimden ayrılmayan ve hep pusuda bekleyen sinsi bir düşman gibi, senelerce beraber yürümüştük onlarla.) Ama bu yeni gelen, farklı karakterdeki beklenmedik ağrılar, dehşete sevk etti beni. Uykudan uyanınca gövdemde hissettiğim blok ağrı tutukluğu (kendisine birkaç beden dar gelen metal bir korse giymişçesine) gövdemi sıkıştırıp bastırmaya başladı önce. (Bu durumda iken adeta ufalıp, küçülmek ve bana çok dar gelen bu metal korseye sığıp rahat bir nefes almak istiyordum.)Tutukluğun tesiri bütün güne yayılıyor, çözülmesi de neredeyse bütün bir günü alıyordu. (Gece olduğunda -uyku ile uyanıklık arası bir durumda, yatsan yatılmayan otursan oturulmayan bir halde- yorgunluktan sızıp kalmayla gelen delik deşik bir uykudan çıktıktan sonra ertesi gün yine aynısı). Üstüne bir de sağ kaburgamın dolaylarından başlayıp ensemden yukarı doğru yayılan ağrılar, başımı (kudretli bir elin avucu içinde) sıkıştırıp uyuşturuyordu adeta. Vücudumun hasta olması neyse de, başımın sıhhatine halel gelmesi ihtimali hazmedilebilir bir şey değildi. (Demek ki bacaklarımdan, gövdemden, sırtımdan sonra şimdi de başıma göz dikmişti bu sinsi illet. Nerede duracaktı peki, nasıl durdurulacaktı, beynimin kıvrımlarına kadar nüfuz ederek benliğimi de ele geçirme ihtimali var mıydı?) Bu yeni gelişmeler çaresizliğimi dipsiz bir kuyu gibi derinleştirdi. (İşimin bittiğini, tükendiğimi ve bundan sonraki hayatımı normal sınırlar dâhilinde geçirme şansını tamamen kaybettiğimi düşünerek kahrettim ve boyun eğdim). (Sandım ki benim bu dünyadaki sınanma sebebim de budur ve artık bu durumdan kurtuluşum da ancak bir mucize yaşamak suretiyle mümkün olur... Nispeten de öyle oldu zaten…) Sonra yine çok ağrılı bir atak döneminde, benimle aynı dertten muzdarip olan bir dostumla dertleşirken, aslında durumumun kronik bir “kas romatizması” vakası olabileceği ihtimalini öğrendim. (Meğerse onun da -buna eşlik eden başka sıkıntılarıyla beraber- kas romatizması hastalığı varmış. Fakat tam olarak tedavisi mümkün olmayan bir hastalık kabul edilen bu durumu için, çare aramak yoluna gitmemiş. Diğer sıkıntılarıyla ilgilenip, ihmal etmiş). Bu ihtimali aklımın bir köşesine kaydettim. (Sıkı bir internet kullanıcısı değildim aslında. Adına sosyal paylaşım denen paylaşım biçimine de her nedense hiç meyletmemiştim. Aradığım şeyi internette bulma fikri hiç düşünmediğim bir şeydi. Fakat nasıl olduysa o gün hastalık hakkında internette araştırma yapmak geldi aklıma). Aklımdaki ihtimale binaen internet üzerinden araştırma yaptığım bir gün, kas romatizması hastalığıyla ilgili aramalarımın birçoğunun, aynı Saygıdeğer Doktoru işaret ettiğini fark ettim. Kurumsal internet sitesine girerek incelemeye başladım. Doktor Bey’in anlattıklarını kendi durumuma çok yakın buldum. Düşünüp kararımı verdikten sonra ilk işim randevu alıp muayeneye gitmek oldu. Umutla karışık bir endişe hissediyordum içimde. Sıkıntımı nasıl anlatacağımı ve Doktor Bey’i kendime nasıl inandıracağımı bilemiyordum, neticede elimde durumumu kesin delillerle ortaya koyabilecek hiçbir türlü somut veri yoktu. Şiddetli ağrıların ve tarifsiz sıkıntıların yüküyle eziliyordum ama bunun ispatı yoktu. (Kendilerinin direkt içinde bulunmadıkları her türlü duruma kuşkulu bir mesafe ile yaklaşan refakatçılarımın istihza dolu, olumsuz telkinlerine rağmen bir şeylerin değişebileceğini ümit edip, yardım diledim içimden. Acizliğimi, çaresizliğimi, elimden hiçbir şeyin gelemeyişini şikâyet edip, yardım diledim derinden. Kliniğin kapısından girdiğimde, artık burası tedavi ile ilgili arayışımın son durağı olsun da bu kapıdan eli boş bir şekilde dönmeyeyim diye, bir yakarışta bulundum). Sıramız geldiğinde Doktor Bey’in yanına davet edildik. Daha önce kendisini internetten görüp birkaç videosunu izlediğim bu Saygıdeğer Beyefendi, bilge ve ağırbaşlı tavrıyla, yaptığı işe çok hâkim bir profesyonele benziyordu. Zaten yüzlercesinden defalarca kez duyup ezbere bildiği hastalık hikâyesini bu defa da benden dinledi. Fakat hiç şaşırmadı, anlattıklarıma inanmak konusunda da-sanırım- bir tereddüt yaşamadı. (Ben, sıkıntımın boyutunu hangi sözlerle nasıl anlatayım da inandırayım, düşüncesiyle kıvranırken Doktor Bey bana inandı. Yani sıkıntımın şiddetini değilse bile gerçekliği anladı. Oysa kibrini beyaz önlüğüyle beraber üstünde taşıyan başka doktorlara, beyhude yere meramımı anlatmaya çalışmışlığım da vardı.) Ve zaten sonradan anladım ki, buraya gelen yüzlercesi de ya bana benzer bir durumdaydı, ya da benden daha kötü durumda olanlardı. (Burası, içinde bulunduğum durumun hastalık diye kabul edildiği ve mağduriyetimin inandırıcı bulunarak hasta muamelesi görebildiğim tek yerdi.) Ardından Doktor Bey titizlikle, teferruatlı bir muayene etti beni ve teşhisini koyarak aslında bir kas romatizması hastası olduğumu söyledi. Konusunun uzmanı bir otorite tarafından konulan teşhis rahatlattı içimi. Çünkü artık çektiğim onca sıkıntının -en azından benim için- bir anlamı ve realitesi vardı. Yani tıbbi literatürdeki adı kas romatizması diye geçen, çok bilindik olmamakla beraber, somut bir hastalık çeşidi vardı ve ben de oydum. Aslında bunca sıkıntıyı daha güncel ve popüler olan başka bir hastalık sebebiyle çekmiş olmayı yeğlerdim. Hiç değilse elimde halimi, derdimi ifade edebilecek somut bir delilim olurdu. (Başka bir hastalığım olsaydı, bedenimin yükünü ruhumun ağırlığıyla beraber taşımam gerektiği zamanlarda, biraz daha anlayış ve yardım görebilmek mümkün olabilir miydi acaba?) Yine de ferahladı yüreğim. Şimdiye kadar ne olduğumu bilmesem de artık ne olmadığımı bildiğime sevindim. Doktor Bey teşhisini koyduktan sonra, 6 seanslık özel bir tedavi –kuru iğne tedavisi- yöntemi önerdi. Harikulade ve masum bir tedavi yöntemi! İlaç yoktu, ilaç enjeksiyonu yoktu, yan etkisi desen, hiç yoktu. Büyük bir şaşkınlık ve tereddüt yaşamakla beraber, öneriyi derhal kabul ettim. Çünkü her nedense karşımdaki hekimde, şimdiye kadar karşılaştığım diğerlerinden çok daha ayrıcalıklı ve özel bulduğum (o an için tam olarak anlamlandıramadığım ama daha sonraları adını koyacağım), farklı bir hususiyet hissetmiştim. Hem sonra başka şansım olmadığı gibi, kaybedecek birşeyim de yoktu. Klinikteki hasta sirkülasyonu o kadar fazlaydı ki ancak 2 hafta kadar sonra başlayabildim tedaviye. Daha ilk seans sonunda çok ağrılı bölgelerde bariz bir rahatlama hissettim. Bunu, hastalığın şiddetli ağrılı, atak dönemini atlatıp durgun dönemine girdiğim için mi böyle hissettim, bilemedim. Sonra ikinci ve üçüncü seansları geçirdim. (Bu arada Hekim Bey’de hissettiğim şeyin adını koymakta da gecikmedim.) Her seanstan sonra yaşadığım rahatlık ve ferahlık beni hayrete düşürüyor, hem çok olağanüstü hem de biraz ürkütücü geliyordu. Önceleri inanamadım bu duruma, geçici bir iyilik hali olabilir ve sonrasında yine hayal kırıklığı yaşayabilirim düşüncesiyle, temkinli olmaya, fazla ümide kapılmamaya çalıştım. Zira bu kadar kısa süreli ve etkili bir iyileşme hali, hayal gücümün sınırlarını bile zorlayacak kadar mucizeye eşdeğer bir durumdu. (Neye uğradığımı şaşırdım aslında, tarifsiz bir sevinç yaşadım. Öyle mutlandım, öyle umutlandım ki şimdiye kadar dünyada sadece bir yer işgal ediyormuşum da asıl şimdi –hayat mucizesinin tadını vararak- yaşamaya başlamışım gibi bir hisse kapıldım). Nasıl bir şeydi bu? Beni hücrelerime kadar sarsan, hayatımın bir dönemini alt üst eden, bunca sene kafamı meşgul edip gündemimden hiç düşmeyen kronik bir hastalıktan ve buna bağlı tesirlerden kurtulmak bu kadar kolay mıydı şimdi? Klasik tıbbi yöntemlerden fayda sağlayamayacak kadar ileri bir duruma geldiğimi hissettiğim bu evrede bile tedaviden böyle mucizevi bir netice almak mümkün müydü yani? Nasıl olurdu bu? Neydi bu tedaviyi bu kadar etkili kılan? Tedavi yönteminin eşsizliği mi yoksa tedavi edenin azizliği mi? Basiretsizliğim ve gecikmişliğim için derin bir üzüntü duydum. Hayatımdaki en büyük zenginliklerden birini, üretme kabiliyetimi yani işimi kaybetmeden önce bu tedaviyle tanışmış olmayı isterdim. O zamanın şartlarına göre değerlendirildiğinde yaptığım şey çok makul görünmekle beraber, salim bir kafayla düşününce gücümü, takatimi erken bir zamanda kesip beni işi bırakma noktasına getiren asıl etkenin bu illet olduğunu, hayatımdaki kötü gidişatın sebeplerinin de bu illetin alametleri olduğunu fark ettim. Hayatımın hiç değilse bile en az son birkaç senesini yöneten bu hastalığın rehavetiyle geçirilmiş sıkıntılı zamanlardaki hassas duygulanımların sebeplerini de daha net görebildim. Şimdiki iyilik halim o zaman olsaydı, onca senelik çalışma hayatından vaz geçmek gerekmeyebilirdi, dedim. Pişmanlık duydum çünkü açık bir düğmeyi tekrar iliklemek gibi yeniden ve kolayca başlanmazdı bir şeylere. Hayatıma yeni bir yön verip bunu uygulamaya koymak en az birkaç senemi daha alırdı. Ama yine de esaretimden kurtulmuş olarak yola devam etme şansı yüreğimi ferahlattı. (Hastalık o kadar çok canımı yakmıştı ve o kadar çok şeyi kaçırmıştım ki artık hiçbir ihtimal ve ayrıntıyı atlamayacaktım. Evet, bu defa işimi sağlama alacaktım. Şimdiye kadarki sürecinden bihaber yaşadığım sinsi hastalığın bundan sonraki sürecine fazlasıyla hâkim olmaya kararlıydım. Madem sıkıntımın sebebini ve tedavi yöntemini öğrenmiştim, o halde tedaviden maksimum verim alabilmek için her türlü ihtimali düşünerek hastalığın seyrini kontrol edecektim. Tedavi ile beraber yakaladığım iyilik hâli, karanlığına mahkûm olduğum upuzun simsiyah bir geceden çıktıktan sonra güneşi görmek gibi bir şeydi.Tedavi ilerledikçe daha da çok umutlandım. Kliniğe hevesle gidip gelmeye başladım. Eksilen her seansın, kronik esaretimle aramı daha da çok açtığına inandım. Batan iğnelerin acısına hiç aldırmadım. Her seanstan sonra vücudumdan çıkardığım yuvarlak küçük bantları biriktirip sakladım. Tedavi ile ilgili her detayı not aldım. İnce ve titiz hesaplar, mantıksal çıkarımlar yaptım. En sonunda hastalıkla beraber eskiyen her bir sene için bir seansın yeterli olabileceğine dair bir yargıya vardım. Yani takriben 2 ay sonra illetimden ilelebet kurtulup özgür kalacaktım. Gücümü kuvvetimi toparladıkça, kendimi eskisi gibi âciz hissetmemeye başladım. Kaybettiğim zamanın acısını çıkarmaya kararlıydım. Gezdim, dolaştım, oyalandım. Alışveriş yapıp kendimi şımarttım. İkili ilişkilerimi masaya yatırdım. Düşünüp kararlar aldım. Kafam karıştı bazen haddimi aştım, yeri geldiğinde de küstahlaştım. Beni hâlden hâle dönüştüren, içimdeki geceyi aydınlık bir sabaha çeviren, acizlikten çıkarıp esenliğe eriştiren, yükümü hafifletip içimi genişleten, zorluktan sonra kolaylık veren Yaratıcıma minnet duygularıyla yönelip iltica edeceğime, ahmakça bir emniyet hissine kapıldım. Ve yaptığım titiz hesaplar tutmadı. Çünkü bütün hesapların üstünde başka bir hesap daha vardı. Son tahlilde anladım ki kendi irademle yapabileceğim her türlü kontrol ve hesaba rağmen asla etkileyemeyecektim bu hastalığın gidişini ve İlahi İradenin hakkımdaki hükmünün tecellisini. Sonra işin matematiğini tutmak, boş ve faydasız işlerle oyalanıp avunmaya çalışmak yerine, yaşadığım olaylardaki hikmetin idrakine varıp samimiyetle dua etmenin daha anlamlı bir davranış olacağı sonucuna vardım). Diyeceksiniz ki tedavi süresince hiç mi olumsuz bir şey yaşamadın? Evet, yaşadım. Kronik esaretimden temelli kurtulmak sandığım kadar kolay değildi. İlletim beni bırakmak istemedi, direndi, mukavemet gösterdi. İleriki seanslardan sonra çok ağrılı bölgelerimin haricindeki birçok yerimde daha ağrı hissettim. Daha bir açıldı, dağıldı, yayıldı sandım hastalığım. Her olumsuz sürpriz gelişmeyle beraber gelen durum ve duygu değişikliğinin zihnimde oluşturduğu karmaşa sebebiyle, bazen endişeye kapıldım. Moralim sarsıldı bazen, rüya bitti işte döndün yine eski haline, dedim içimden. (Tedavi ile yakaladığım iyilik hâlini kaybetme düşüncesi zaman zaman korkudan titretti yüreğimi. Kalbim korku ve ümit arasında sürekli gidip geldi). Fakat işin aslı korktuğum gibi değildi. Çünkü bu ağrılar ve daha fazlası zaten bende var olduğu halde hastalığın gün yüzüne çıkmayan karanlık tarafıydı. Evet, içimdeki şey, tam olarak anlayamasam da hissedebiliyordum ki, benim bilebildiğimden daha fazlaydı. Henüz tedavi edilebilecek duruma gelmeyen başka yerler de vardı. Belki sonrası da olacaktı. Onların ortaya çıkması da zamana bağlıydı. Fakat yaşam tarzı haline gelen şiddetli ağrılar ve ataklar artık kalmadı. Şimdi bu haliyle bile huzurlu ve mutlu bir hayat yaşamama engel teşkil edecek kadar sıkıntı verici değildi. Ve zaten maharetli eller zamanı geldiğinde onları da bulup tedavi edecekti. Hastalık hikâyemin benim zannettiğimden ve fark ettiğimden daha eski olabileceğini düşündürecek detayları da hatırladım sonradan. Evvelce normal ve insani sınırların icabı olarak gördüğüm durumların da anormalliğini de fark ettim bu sebepten. Bir de-bana göre asla olumsuzluk sayılamayacak başka bir gelişme olarak- tedavi sürecinde hallice bir kilo kaybı da yaşadım. Kilomun % 8 ine tekabül eden bir kısmını da üstümden attım. Bu kilo kaybı bilinçli ve iradi bir şekilde olmayıp kendiliğinden gitmek, dökülmek gibi bir şey oldu. Buna mantıklı ya da mantıksız herhangi bir izah bulamadım. Beslenme alışkanlığımda hiçbir türlü değişiklik yapmamama rağmen meydana gelen bu durumdan, ayrıca memnun kaldım ve tedavimin sürpriz getirilerinden biri olarak saydım. Vücudumdaki ağrılar çekildikçe rahatlayıp ferahlamaya başladım. Önce uykularım kurtuldu esaretten. Derin, dinlendirici ve diriltici uykularla tanıştım yeniden. Uyurken bilincimin de kapandığını ve benimle beraber uykuya daldığını hissettim. Uyumak aslında hayata kapanmaktı, gündelik yaşamın yükünden kurtulup başka bir âleme dalmaktı. (Yatarken bıraktığın yükü tekrar kuşanacak gücü ve iradeyi kazanmak için bir süreliğine uzak olmaktı hayata. O dinginlikle uyandığında yeniden aydınlık gözlerle bakabilmekti gelen sabaha.) Gece uyandığımda büzüşüp uyuşmuş bir şekilde bulmadım kendimi, ağrı hissetmedim. Hareket edip kendimi dinledim ama yine ağrı hissetmedim. İçim sevinçle doldu, rüyadayım sandım, bir kez daha mucizelere inandım. Sonra hiç zorlanmadan tekrar uykuya daldım. Korku dolu kâbuslar görmedim bu defa. (İçlerinden ırmaklar akan, kudretli ulu dağların koynundaki, uçsuz bucaksız ovaların ve göz alabildiğine yeşillikli ormanların bulunduğu, güzel diyarlarda dolaştım rüyamda.) Dinlenmiş ve ağrısız bir vücutla uyandım yeni sabaha. (Nasıl derin bir inşirah duyduğumu anlatamam burada). Kollarımı, bacaklarımı uzatıp gerindim doya doya. Gerinmek dünyanın en doğal, en basit ve en güzel egzersiziydi galiba. Kalktım sonra, sırtımdaki bacaklarımdaki onca yükün ağırlığını hissetmeden. Yürürken yerden kurtulacağımı zannettim bir ara. Camdan dışarı baktığımda gökyüzü daha parlak ve aydınlık geldi bana. Hayata dair tüm renkler artık daha belirgindi. (Zaman açılıp genişledi sanki ümitle yaşanan bir anın sevinci bütün bir ömre yetecek kadar uzun geldi. Aynada hep yorgun görmeye alışık olduğum o cansız siluet şimdi hayatiyet kazanmış gibiydi. Zihnimle beraber görüşümün de açıldığını hissettim uzunca bir zaman sonra). Aslında sizin için olabildiğine sıradan sayılabilecek bu eylemlerle benim aramın ne kadar uzun zamandır açık olduğunu ve onlara duyduğum özlemin boyutunu hayal bile edemezsiniz. Ağrılar çekildikçe hareket kabiliyeti kazanmaya başladım yeniden. Bedenime hükmedip özgürce kullanabiliyordum artık uzuvlarımı. Hareket serbestisi ve çabukluk kazanmak günlük hayatı idame ettirmeyi hayli kolaylaştırdı tabii. Şiddetli halsizlik, uyuşukluk, aşırı sinir ve stres durumları da geçti gitti. O hep gerisinde kaldığımı hissettiğim zaman, artık normal seyrinde akmaya başladı ve gündelik hayattan geriye bolca zaman kaldı. Kısacası bu tedavi benim sadece hayatımı kurtarmakla kalmayıp, geleceğe dair korkularımdan arınıp hayata tekrar ümitle bakmamı da sağladı. (Hekim beyle yaptığım son görüşmeden sonra hastalıkla ilgili taşıdığım tüm korku senaryolarından ve çekincelerden tamamıyla kurtulduğumu hissettim. İçimde çok derin bir huzur duyuyorum ki, bu huzuru en son ne zaman duyduğumu hatırlayamıyorum. Beni hücrelerime kadar sarsan, tedaviden öncesini lanet olarak gördüğüm bu hastalığın bundan sonraki sürecini, var oluşumdan gelen acziyetimi bana gösterip anlatan hikmetli bir eğitim, kendi içinde gerçeklik taşıyan bir yaşam biçimi, şeklinde düşünerek geçireceğim. Tahammül gücümün sonuna geldiğimi hissettiğim bir eşiğe dayandığımda -ki bu eşiğe dayanan insanlar farklı şeyler düşünüp hissedebilecek kadar uçlara gidebiliyorlar- karşıma çıkan bu tedavi imkânını Yaradan’ın katına ulaşıp tarafından kabul olunan makbul bir duanın tezahürü sayıyorum. Nice zamandır terk ettiğim dini pratikleri de artık çok rahat yapabiliyor olmanın huzurunu yaşıyorum. Tedavi daha ne kadar sürer, hastalık vücudumdan ne zaman tam olarak çekilir ya da tam olarak çekilir mi bilemiyorum, zaten artık bunu fazla önemsemiyorum. Ama içimdeki korkusunu bitirdiğim bu hastalıkla ilişkili her durumda, bana yardım edebileceğine dair sarsılmaz bir inanç beslediğim bir hekimin var olduğunu artık biliyorum. Sağlığımın teminatı olarak gördüğüm Hekim Bey’in varlığının sıhhat ve emniyeti için duacı olacağım). Benim hastalık hikâyem (kurgusu itibariyle gerçek hayatta yaşanılan durumu birebir tasvir eden ama ne yazık ki yaşarken bile kimsenin dikkatine değmeyen, kısaltılarak paylaşıma müsait hale getirilen) burada bitiyor. Şimdi tedavide emeği geçen insanlara teşekkür faslına geldi sıra.Tedavi süresince klinikte gördüğüm muameleden çok hoşnut kaldım. Kliniğe her gidişimde beni güler yüz ve nezaketle karşılayıp, candan, samimi bir alaka ile ağırlayan, seanslarımda eşlik edip yardımda bulunan ve kendileriyle her muhatap oluşumda içimi rahatlatıp ferahlatan hatırnaz ablalarım Melda ve Zekiye Hanımlara gönülden teşekkür ederim. Son olarak, oldukça uzun, çok teferruatlı ve belki biraz da sıkıcı sayılabilecek bu hikâyenin mutlu sonlanmasına ve hayatımın sıkıntıyla geçirilmiş bir döneminin kapanmasına vesile olan, hastalık sebebiyle tanımış bulunduğum, mucizevi bir dokunuşla vücudumdaki düğümleri çözüp ağrılarımı dindiren, kronik esaretimden beni kurtarıp hayatımı değiştiren ve misyonunun yüceliğine rağmen bu kadar tevazu içinde bulunabilen, yüksek şahsiyet sahibi, müstesna hekime minnet duygularımı sunarak bitiriyorum. Değerli hocam Serdar Bey, -şahsınız için sıradan bir hekimlik başarısı olsa da-ben, top yekûn hayatımı değiştiren bir mucizeyi borçluyum size. Hayatla ilgili yeni bir şans borçluyum. Artık bundan sonrasını daha mutlu ve sağlıklı geçirmeye yetecek gücü ve iradeyi kazanmış olarak, yeniden başlama ve bunun kıymetini bilerek yola devam etme şansını borçluyum. Yüzüme ve gözlerime tekrar yerleşen yaşam sevincini ve ışığını borçluyum. Dahası burada sayamayacağım birçok nimeti yeniden kazanmanın mutluluğunu ve coşkusunu borçluyum. Sıradan bir hekimden çok daha öteydiniz. Bedenime şifa, ruhuma huzur ve sükûnet, gözlerime de aydınlık verdiniz. İncelik ve şefkat gösterdiniz ki bunlar gerçek bir hekimin vasıflarıdır. Benim için yaptığınız iyiliğin önemini ve büyüklüğünü ifade edecek kelimeleri bulmakta güçlük çekiyorum. Size hayat boyu minnettar ve duacı olacağım. Sonsuz teşekkürler… M. Ebru CEYLAN
Yorumlarınız Bizim İçin Önemlidir
Cinsiyet
Randevu için WHATSAPP'dan ulaşın
whatsapp